Öne Çıkan Yayın

yan yan yan

14 Nisan 2014 Pazartesi

rahmet




sen yoktun sultanım, 
hazreti adem’deydi nurun, 

önce cenneti, 
sonra yeryüzünü şereflendirdin,

adem nuruna affedildi, 
arafat bu affa şahitti. 

*** 

sen yoktun, 

nuhun gemisindeydi nurun, 

dalgalar yeryüzünü boğarken, 

taprağın bağrındaki su, 

gökyüzüyle buluşurken, 

ve 
bu bir ilahi azap derken, 

Allah nurunu taşıdı binbir sebeple, 
tufan nurunu selamladı edeple. 

*** 

sen yoktun, 
hazreti ismail’in alnındaydı nurun, 
ibrahimi bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden, 
“Rabbimiz” dedi, 
onlara kendi içlerinden, 
senin ayetlerini okuyacak, 
kitap ve hikmeti öğretecek onlara, 
onları temizleyecek bir elçi gönder, 

amin dedi on sekiz bin alem, 

nurunla aydınlanan minicik ellerini 
semaya kaldırarak, 
amin dedi ismail, 

hira nur dağı amin diyerek ayağa kalktı, 
medine’den adı uhut olan 
bir amin yankılandı sevr dağında. 

*** 

sen yoktun sultanım, 
hazreti isa, ahmed diye muştuladı seni, 
alemlerin efendisi diye sana seslendi, 
artık ben sizinle çok söyleşmem dedi havarilerine, 
çünkü bu alemin reisi geliyor, 
bekleyin ahmed geliyor, 
kainata rahmet geliyor, 
havarilerin yüzünü okşayan, 
ölüleri dirilten bir nefes oldun, 
ama sen yoktun, 

*** 

sen yoktun, 
hazreti abdullah’ın alnındaydı nurun, 
başı eğik gezerdi mazlum, 
kuteyle göklerden seni sorardı, 
varaka seni arardı semada, 
anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler, 
ağlayarak süslediler ölüme, 
ağlayarak “hadi dayına gidiyorsun” dediler, 
sen yokken sultanım, 
canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı 
dayıya gitmek, 
anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi, 
ve 
yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi, 
en son çocuk atılırken çukura, 
annesinin suretinde bir melek tuttu onu, 
ve tebessüm ederek 
hira nur dağını gösterdi, 
melekler süslüyordu hira’yı, 
efendisine hazırlanıyordu 
cebel-i nur, 
efendisine hazırlanıyordu 
mekke, 
alem efendisine hazırlanıyordu, 
kainatın gözü hazreti amine’deydi, 
toprak yalvarıyordu Rabb’ine, 
gel diye ağlıyordu mazlumlar gözleri semada, 
ve bir gelişin vardı ya rasulallah ! 
bir inişin vardı yer yüzüne ! 
önünde cebrail ! 
ardında yalın kılıç melekler ! 
bir inişin vardı yer yüzüne, 
yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de, 
öksüzler annelerine sarıldı doya doya. 

*** 

sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini, 
herşey sus pus olmuştu, 
hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu ay, 
kainat bir isim duymak istiyordu, 
ve bir ses yükseldi amine’nin evinden; 
Muhammed ! 
karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini, 
Muhammed ! 
melekler öptü o nurdan ellerini, 
Muhammed ! 
seni yaratan Allah’a kurbanız ey dürri yekta ! 
sana o adı veren rahman’a kurbanız, 
artık sen vardın, 
susuz topraklara rahmet indi seninle, 
annenden sonra, anne halime sevindi seninle, 
yağmura mı ihtiyaç var ? 
kaldır şehadet parmağını, 
yağmurları salsın Allah. 
sonra tut ağacın yaprağını, 
köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah, 
yeter ki sen iste, 
sen iste ya rasulallah, 
deki ben kimim ? 
dağlar, taşlar dile gelsin, 
dilsiz çocuklar ellerinden tutup, 
ente rasulallah desin, 

*** 

sen vardın, 
bedir kardı, 
uhut dardı, 
hendek yardı, 
yigitlerin vardı, 
ölmek için yarışan yiğitlerin, 
hele bir enes’in vardı ya rasulallah ! 
uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına, 

“niye burada oturuyorsunuz ?” 
diye sormuştu, 

onlar da; 
“allah’ın rasulü öldürülmüş” 
deyince, 
“peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız ?” 
“kalkın ve onun gibi ölün!” 
demişti, 

ve 
savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü, 
hem de ne şehit ey nebi ! 
vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi. 
kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu, 
musab bin umeyr’in vardı senin, 
uhut’ta sancağını taşıyan, 
öyle bir aşkla sana bağlıydı ki, 
Allah o gün melekleri musab’ın suretinde indirdi, 
ebu hureyren vardı, 
acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı, 
sen anlardın, 
“ya ebâhir gel !” derdin, 

*** 

ve sen gittin, 
bir gidişle gittin, 
ardında hüznün kaldı, 
hasretin kaldı göklerde, 
bilal ezan okuyamaz oldu, 
ne zaman teşebbüs etse, 
muhammed rasulullah demeye, 
dizleri üstüne çöker kendinden geçerdi, 
sonra günler ay, 
aylar yıl oldu, 
ve asırlar oldu, 
sensizliğe açtık gözlerimizi, 
ama sen bırakmazsın bizi, 
sen varsın ey şehitlerin sultanı, 
sen varsın ! 
bir şehit bile ölmezken, 
sana nasıl yok deriz, 
ebu talip şam’a giderken devesinin önüne geçip, 
“beni burda kime bırakıp gidiyorsun?” 
demiştin, 

“ne anam var ne babam?” 

ebu talip bırakmamıştı bu yüzden, 
sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini 
kime bırakıp gidiyorsun ya rasûlallah ? 
bırakma bizi ki; 

Allah; 
sen onların içindeyken 
onlara azab edecek değiliz buyuruyor, 
bırakma bizi ! 
hayatı seninle öğretti rahman, 
kulluğu seninle tanıdık, 
duayı senden öğrendik sevgili ! 
hazreti ömer umre için senden izin isteyince, 
“kardeşcik” dedin ona, 
“kardeşcik duanda bana da yer ayırır mısın ?” 
bizler ömer değiliz ama, 
bütün dualarımız senin için, 

*** 

ey rabbimiz ! 
rasulünü anışımızdan haberdar et ! 
ona binler salat, binler selam ! 
habibine makam-ı mahmut’u ver, 
ona vesileyi lutfet, 
onu refik-i ala’ya yükselt, 
bizi de affet, 
onun hatrına affet, 
zatının hatrına affet. 
ne olur affet bizi, 
bizi affet.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.